212 Magazine, Istanbul

Local issues of a surreal nature
Text by Özge Akkaya

English/ Turkish

Dutch artist Scarlett Hooft Graafland’s photography calls out from the realm where reality is no longer reality. Using mise-en-scenes woven with contrasts, humour, and impeccable choreographies, the artist seamlessly transforms ordinary landscapes into astonishing “anomalies”…

Imagine being in a spaceship, looking down on our planet from the infinity of space. A faint spot in the distance, at first. Then, as the spaceship approaches, geographical features become clearer. Initially, you see the blues, the greens, and the browns, without knowing where you are looking at. Soon, you start identifying countries you recognise from maps. Boot-shaped Italy, the gigantic USA, protruding Scandinavian countries… It only takes a few minutes to pinpoint these familiar landforms. Then, there remain the other countries, mountains and oceans, the ‘rest of the world’, that we fail to distinguish.
Photographer Scarlett Hooft Graafland’s visual stories take place in these remote parts of the planet. Amongst them are the desolate deserts of Oman, the endless beaches of Madagascar, the eerie trees of Socotra, the frozen tundra of the North Pole and the salt plains of Bolivia…
Indeed it is untouched, natural vistas that she finds in far-flung corners of the world that make Graafland’s photographs so striking. However, her photographic marvel emerges a step beyond that. She adds a personal touch to the lyrical and, at times, intimidating splendour of nature, to ultimately create a timeless and placeless new world. The distinctive characteristic of the world is its ability to embrace both a strong sense of humour and the power of contrasts…
Graafland never acts on her own accord during the creative process. She invariably collaborates with people from the cultures she encounters. ‘Local social issues take centre stage in my scenes, and the vast surreal landscape becomes the chorus of a classical tragicomedy that silently comments on its subject”, says the artist. It is a mammoth task, to take the local issues of a foreign culture in a completely different geography and convince the indigenous population to collaborate on working to create images that refer to these issues – and her job is that more painstaking in cultures she defines as ‘macho’.
To overcome this hurdle, the artist knows that she has to detach herself from the adjective ‘foreigner’. Travelling to a new place, she takes her time to fully adjust to the culture. Sometimes a few months, sometimes a year… Long enough to know the culture and get accepted by the locals. It goes without saying that there are risks involved, but Graafland is prepared to endure it all. She spent six months with the Inuit in Northern Canada -  however, her acceptance into the community only happened after she got caught in a terrible storm, with a group of seal hunters and waited to be rescued on a deserted island for several days. It was an incident which enabled her to be accepted into the community.
Women in burkas holding balloons, men covered in neon-pink veils, fishermen in their canoes with their knees sticking out  … these are the trophies of months of devotion. Graafland might establish close connections with different cultures, but she does not get caught up in anthropological perspective. She has never been obsessed with reflecting reality as it really is. On the contrary, her work could be a form of ‘playing’ with reality – something that must stem from her background in sculpture.
Landscapes dotted with carefully positioned human figures bear undeniable traces of a sculptor’s perspective. Through the people in her photographs, Graafland incorporate a surrealistic feeling into her images, using only an analogue camera, without any digital manipulation. The artist resorts to contrasts frequently. The women in burkas holding phallic balloons, on a white sandy beach lapped by turquoise waters( Burka Balloons) , must be the perfect example of her take on contrasts.
Speaking of the culture vs. nature conflict in her work, “I try to make these really large frames with a lot of sky, and a lot of horizon, so you have the feeling of freedom; but then the things I put in the centre do not always have that freedom, sometimes these people are captured in their culture or traditions. I like to play with that friction between culture and nature.”
The sense of humour, intimidation, timelessness and placelessness felt whilst looking at Scarlett Hooft Graafland’s work is rooted in her being a photographer, a sculptor, a choreographer and an explorer. The Dutch artist’s works have been exhibited at various institutions, such as the MOCCA Museum in Toronto, the Huis Marseille Museum of Photography in Amsterdam, the MAC Museum in Lima, the Museum of Photography in Seoul and the Fotografiska, Stockholm. She received a BFA from the Royal Academy of Art in the Hague and a MFA from Parsons School of Design, New York.


TR

Fotoğraf Scarlett Hooft Graafland
Yazı Özge Akkaya

Gerçeküstü Yerel Meseleler

- - -
Hollandalı sanatçı Scarlett Hooft Graafland’ın fotoğrafları, gerçeğin gerçekliğini yitirdiği bir dünyadan sesleniyor bizlere. Sanatçı zıtlıklarla, mizahla ve kusursuz bir koreografiyle örülü mizansenleriyle beklendik manzaraları, beklenmedik “anomalilere” dönüştürüyor…

- - -
Bir uzay gemisindesiniz. Uzay boşluğundan yerküreyi izliyorsunuz. Ufacık bir nokta. Uzay geminiz dünyaya yaklaştıkça yeryüzündeki şekiller de belirginleşmeye başlıyor. Maviler, yeşiller, kahverengiler görüyorsunuz önce, nereye ait olduğunu bilmediğiniz. Sonra haritalardan şeklini tanıdığınız ülkeleri ayırt etmeye başlıyorsunuz. Çizme şeklindeki İtalya, devasa ABD, ince, uzun İskandinav ülkeleri… Bu tanıdık ülkeleri tespit etmek sadece birkaç dakikanızı alıyor. Sonra geriye ülkeleri, dağları, denizleri ayırt edemediğiniz “dünyanın geri kalanı” kalıyor.

Fotoğraf sanatçısı Scarlett Hooft Graafland’ın yazdığı görsel hikayeler bu “dünyanın
geri kalanı”nı yurt ediniyor kendine. Umman’ın ıssız çölleri, Madagaskar’ın sonsuz
plajları, Sokotra’nın tuhaf ağaçları, Kuzey Kutbu’nun donmuş düzlükleri, Bolivya’nın
tuz gölleri…

Dünyanın ücra köşelerindeki doğal manzaralar, Graafland’ın fotoğraflarının bu
kadar çarpıcı olmasında elbette büyük rol oynuyor. Ancak onun fotografik mucizesi,
bunun bir adım ötesinde başlıyor. Doğanın bazen lirik, bazen tedirgin edici ihtişamına
kendi dokunuşuyla şekil vererek zamansız ve mekansız yeni bir dünya yaratıyor. Bu
dünyanın en belirgin özelliği, yoğun bir mizah duygusu ve zıtlığın gücünü aynı karede
barındırıyor oluşu…

Yaratım sürecinde asla tek başına hareket etmiyor Graafland; misafir olduğu kültürlerden insanlarla her zaman yakın işbirliği içinde. “Yerel meseleler fotoğraflarımın merkezinde yer alıyor, arkadaki sonsuz gibi görünen gerçeküstü manzara ise klasik bir trajikomedideki gibi konuyla ilgili fikir belirten koro işlevi görüyor,” diyor. Bambaşka bir coğrafyada, bambaşka bir kültürle tanışıp o bölgenin yerel meselelerini içselleştirmek, dahası insanları bu konulara dokunan fotoğraflar için böylesi bir işbirliğine ikna edebilmek hiç kolay değil. Özellikle de kendi tanımlamasıyla “maço” kültürlerde onun yaptığını yapabilmek oldukça zor.

Sanatçı bu zorluğun üstesinden gelmek için “yabancı” sıfatını tamamen yitirmesi
gerektiğinin farkında. Bu nedenle, yeni bir coğrafyaya gittiğinde kültüre tamamen
uyum sağlayabilmek için uzun süreler kalıyor. Bazen üç ay, bazen bir yıl... Kültürü tanımak, insanlara kendini kabul ettirmek ne kadar zaman gerektiriyorsa o kadar. Ve
tabii bu doğrultuda neleri göğüslemesi gerekiyorsa, hepsini göze alarak… Kuzey Kanada’da İnuit’lerle altı ay geçirmekle kalmamış Graafland, onlara kendini kabul ettirebilmesi için fok avcılarıyla denizde korkunç bir fırtınaya yakalanıp ıssız bir adada günlerce kurtarılmayı beklemesi gerekmiş. O günden sonra “yabancı” olmaktan çıkıp küçük topluluğun bir parçası haline gelebilmiş. Balon tutan burkalı kadınlar, neon pembe entariler giymiş adamlar, kanodan dizleri gözüken balıkçılar işte böyle özveri dolu ayların armağanı…

Graafland, her ne kadar farklı kültürlerle iç içe geçse de hiçbir zaman bir antropolog
yaklaşımı benimsemiyor. Gerçeği olduğu gibi yansıtmak gibi bir iddiası hiçbir
zaman olmamış. Aksine, yaptığı iş gerçekle “oynamak” olarak tanımlanabilir. Bunda
kendisinin heykeltıraş geçmişinin etkisi yadsınamaz.

Manzaralara özenle yerleştirdiği insan figürleri, sanatçının çektiği fotoğraflara bir
heykeltıraş gözüyle dokunduğunu hissettiriyor. Graafland, fotoğraflarına yerleştirdiği
-ve giydirdiği- insanlar aracılığıyla, dijital manipülasyon kullanmaksızın, fotoğraflarına
gerçeküstü bir ruh katıyor. Zıtlıklar, sanatçının sıklıkla başvurduğu yakın bir dost.
Turkuaz suların yaladığı bembeyaz kumsalda, ellerinde fallik balonlarla duran burkalı
kadınlar (Burka Balloons), bu zıtlığın kusursuz bir örneği.

Kültür ve doğanın çatışmasının eserlerinde kapladığı yeri “Bakan kişinin özgürlük duygusunu hissetmesi için çok fazla gökyüzü ve ufuk barındıran kadrajlar kullanıyorum; ama sonra fotoğrafın merkezine özgürlükle alakası olmayan, hatta bazen kültür ve geleneklere hapsolmuş insanlar yerleştiriyorum. Kültür ve doğa arasındaki bu uçurumla oynamayı seviyorum,” kelimeleriyle özetliyor.

Scarlett Hooft Graafland’ın eserlerine bakarken hissettiğimiz mizah, tedirginlik, zamansızlık ve mekansızlık hissi onun hem bir fotoğraf sanatçısı, hem bir heykeltıraş, hem bir koreograf, hem de bir kaşif olmasından kaynaklanıyor. Hollandalı sanatçının eserleri bugüne dek Toronto’daki MOCA Müzesi, Amsterdam’daki Huis Marseille Fotoğraf Müzesi, Lima’daki MAC Müzesi, Seul’daki Fotoğraf Müzesi ve Stokholm’deki Fotografiska’da sergilendi. Graafland, Hollanda’nın Lahey şehrindeki Kraliyet Sanat Akademisi ve New York Parsons Tasarım Okulu tarafından ödüle layık görüldü.



 

 

212 Magazine, Istanbul

Local issues of a surreal nature
Text by Özge Akkaya

English/ Turkish

Dutch artist Scarlett Hooft Graafland’s photography calls out from the realm where reality is no longer reality. Using mise-en-scenes woven with contrasts, humour, and impeccable choreographies, the artist seamlessly transforms ordinary landscapes into astonishing “anomalies”…

Imagine being in a spaceship, looking down on our planet from the infinity of space. A faint spot in the distance, at first. Then, as the spaceship approaches, geographical features become clearer. Initially, you see the blues, the greens, and the browns, without knowing where you are looking at. Soon, you start identifying countries you recognise from maps. Boot-shaped Italy, the gigantic USA, protruding Scandinavian countries… It only takes a few minutes to pinpoint these familiar landforms. Then, there remain the other countries, mountains and oceans, the ‘rest of the world’, that we fail to distinguish.
Photographer Scarlett Hooft Graafland’s visual stories take place in these remote parts of the planet. Amongst them are the desolate deserts of Oman, the endless beaches of Madagascar, the eerie trees of Socotra, the frozen tundra of the North Pole and the salt plains of Bolivia…
Indeed it is untouched, natural vistas that she finds in far-flung corners of the world that make Graafland’s photographs so striking. However, her photographic marvel emerges a step beyond that. She adds a personal touch to the lyrical and, at times, intimidating splendour of nature, to ultimately create a timeless and placeless new world. The distinctive characteristic of the world is its ability to embrace both a strong sense of humour and the power of contrasts…
Graafland never acts on her own accord during the creative process. She invariably collaborates with people from the cultures she encounters. ‘Local social issues take centre stage in my scenes, and the vast surreal landscape becomes the chorus of a classical tragicomedy that silently comments on its subject”, says the artist. It is a mammoth task, to take the local issues of a foreign culture in a completely different geography and convince the indigenous population to collaborate on working to create images that refer to these issues – and her job is that more painstaking in cultures she defines as ‘macho’.
To overcome this hurdle, the artist knows that she has to detach herself from the adjective ‘foreigner’. Travelling to a new place, she takes her time to fully adjust to the culture. Sometimes a few months, sometimes a year… Long enough to know the culture and get accepted by the locals. It goes without saying that there are risks involved, but Graafland is prepared to endure it all. She spent six months with the Inuit in Northern Canada -  however, her acceptance into the community only happened after she got caught in a terrible storm, with a group of seal hunters and waited to be rescued on a deserted island for several days. It was an incident which enabled her to be accepted into the community.
Women in burkas holding balloons, men covered in neon-pink veils, fishermen in their canoes with their knees sticking out  … these are the trophies of months of devotion. Graafland might establish close connections with different cultures, but she does not get caught up in anthropological perspective. She has never been obsessed with reflecting reality as it really is. On the contrary, her work could be a form of ‘playing’ with reality – something that must stem from her background in sculpture.
Landscapes dotted with carefully positioned human figures bear undeniable traces of a sculptor’s perspective. Through the people in her photographs, Graafland incorporate a surrealistic feeling into her images, using only an analogue camera, without any digital manipulation. The artist resorts to contrasts frequently. The women in burkas holding phallic balloons, on a white sandy beach lapped by turquoise waters( Burka Balloons) , must be the perfect example of her take on contrasts.
Speaking of the culture vs. nature conflict in her work, “I try to make these really large frames with a lot of sky, and a lot of horizon, so you have the feeling of freedom; but then the things I put in the centre do not always have that freedom, sometimes these people are captured in their culture or traditions. I like to play with that friction between culture and nature.”
The sense of humour, intimidation, timelessness and placelessness felt whilst looking at Scarlett Hooft Graafland’s work is rooted in her being a photographer, a sculptor, a choreographer and an explorer. The Dutch artist’s works have been exhibited at various institutions, such as the MOCCA Museum in Toronto, the Huis Marseille Museum of Photography in Amsterdam, the MAC Museum in Lima, the Museum of Photography in Seoul and the Fotografiska, Stockholm. She received a BFA from the Royal Academy of Art in the Hague and a MFA from Parsons School of Design, New York.


TR

Fotoğraf Scarlett Hooft Graafland
Yazı Özge Akkaya

Gerçeküstü Yerel Meseleler

- - -
Hollandalı sanatçı Scarlett Hooft Graafland’ın fotoğrafları, gerçeğin gerçekliğini yitirdiği bir dünyadan sesleniyor bizlere. Sanatçı zıtlıklarla, mizahla ve kusursuz bir koreografiyle örülü mizansenleriyle beklendik manzaraları, beklenmedik “anomalilere” dönüştürüyor…

- - -
Bir uzay gemisindesiniz. Uzay boşluğundan yerküreyi izliyorsunuz. Ufacık bir nokta. Uzay geminiz dünyaya yaklaştıkça yeryüzündeki şekiller de belirginleşmeye başlıyor. Maviler, yeşiller, kahverengiler görüyorsunuz önce, nereye ait olduğunu bilmediğiniz. Sonra haritalardan şeklini tanıdığınız ülkeleri ayırt etmeye başlıyorsunuz. Çizme şeklindeki İtalya, devasa ABD, ince, uzun İskandinav ülkeleri… Bu tanıdık ülkeleri tespit etmek sadece birkaç dakikanızı alıyor. Sonra geriye ülkeleri, dağları, denizleri ayırt edemediğiniz “dünyanın geri kalanı” kalıyor.

Fotoğraf sanatçısı Scarlett Hooft Graafland’ın yazdığı görsel hikayeler bu “dünyanın
geri kalanı”nı yurt ediniyor kendine. Umman’ın ıssız çölleri, Madagaskar’ın sonsuz
plajları, Sokotra’nın tuhaf ağaçları, Kuzey Kutbu’nun donmuş düzlükleri, Bolivya’nın
tuz gölleri…

Dünyanın ücra köşelerindeki doğal manzaralar, Graafland’ın fotoğraflarının bu
kadar çarpıcı olmasında elbette büyük rol oynuyor. Ancak onun fotografik mucizesi,
bunun bir adım ötesinde başlıyor. Doğanın bazen lirik, bazen tedirgin edici ihtişamına
kendi dokunuşuyla şekil vererek zamansız ve mekansız yeni bir dünya yaratıyor. Bu
dünyanın en belirgin özelliği, yoğun bir mizah duygusu ve zıtlığın gücünü aynı karede
barındırıyor oluşu…

Yaratım sürecinde asla tek başına hareket etmiyor Graafland; misafir olduğu kültürlerden insanlarla her zaman yakın işbirliği içinde. “Yerel meseleler fotoğraflarımın merkezinde yer alıyor, arkadaki sonsuz gibi görünen gerçeküstü manzara ise klasik bir trajikomedideki gibi konuyla ilgili fikir belirten koro işlevi görüyor,” diyor. Bambaşka bir coğrafyada, bambaşka bir kültürle tanışıp o bölgenin yerel meselelerini içselleştirmek, dahası insanları bu konulara dokunan fotoğraflar için böylesi bir işbirliğine ikna edebilmek hiç kolay değil. Özellikle de kendi tanımlamasıyla “maço” kültürlerde onun yaptığını yapabilmek oldukça zor.

Sanatçı bu zorluğun üstesinden gelmek için “yabancı” sıfatını tamamen yitirmesi
gerektiğinin farkında. Bu nedenle, yeni bir coğrafyaya gittiğinde kültüre tamamen
uyum sağlayabilmek için uzun süreler kalıyor. Bazen üç ay, bazen bir yıl... Kültürü tanımak, insanlara kendini kabul ettirmek ne kadar zaman gerektiriyorsa o kadar. Ve
tabii bu doğrultuda neleri göğüslemesi gerekiyorsa, hepsini göze alarak… Kuzey Kanada’da İnuit’lerle altı ay geçirmekle kalmamış Graafland, onlara kendini kabul ettirebilmesi için fok avcılarıyla denizde korkunç bir fırtınaya yakalanıp ıssız bir adada günlerce kurtarılmayı beklemesi gerekmiş. O günden sonra “yabancı” olmaktan çıkıp küçük topluluğun bir parçası haline gelebilmiş. Balon tutan burkalı kadınlar, neon pembe entariler giymiş adamlar, kanodan dizleri gözüken balıkçılar işte böyle özveri dolu ayların armağanı…

Graafland, her ne kadar farklı kültürlerle iç içe geçse de hiçbir zaman bir antropolog
yaklaşımı benimsemiyor. Gerçeği olduğu gibi yansıtmak gibi bir iddiası hiçbir
zaman olmamış. Aksine, yaptığı iş gerçekle “oynamak” olarak tanımlanabilir. Bunda
kendisinin heykeltıraş geçmişinin etkisi yadsınamaz.

Manzaralara özenle yerleştirdiği insan figürleri, sanatçının çektiği fotoğraflara bir
heykeltıraş gözüyle dokunduğunu hissettiriyor. Graafland, fotoğraflarına yerleştirdiği
-ve giydirdiği- insanlar aracılığıyla, dijital manipülasyon kullanmaksızın, fotoğraflarına
gerçeküstü bir ruh katıyor. Zıtlıklar, sanatçının sıklıkla başvurduğu yakın bir dost.
Turkuaz suların yaladığı bembeyaz kumsalda, ellerinde fallik balonlarla duran burkalı
kadınlar (Burka Balloons), bu zıtlığın kusursuz bir örneği.

Kültür ve doğanın çatışmasının eserlerinde kapladığı yeri “Bakan kişinin özgürlük duygusunu hissetmesi için çok fazla gökyüzü ve ufuk barındıran kadrajlar kullanıyorum; ama sonra fotoğrafın merkezine özgürlükle alakası olmayan, hatta bazen kültür ve geleneklere hapsolmuş insanlar yerleştiriyorum. Kültür ve doğa arasındaki bu uçurumla oynamayı seviyorum,” kelimeleriyle özetliyor.

Scarlett Hooft Graafland’ın eserlerine bakarken hissettiğimiz mizah, tedirginlik, zamansızlık ve mekansızlık hissi onun hem bir fotoğraf sanatçısı, hem bir heykeltıraş, hem bir koreograf, hem de bir kaşif olmasından kaynaklanıyor. Hollandalı sanatçının eserleri bugüne dek Toronto’daki MOCA Müzesi, Amsterdam’daki Huis Marseille Fotoğraf Müzesi, Lima’daki MAC Müzesi, Seul’daki Fotoğraf Müzesi ve Stokholm’deki Fotografiska’da sergilendi. Graafland, Hollanda’nın Lahey şehrindeki Kraliyet Sanat Akademisi ve New York Parsons Tasarım Okulu tarafından ödüle layık görüldü.